Yazar:Ronahi Çiçek
Giriş
Kadına yönelik şiddet, dünya genelinde ve Türkiye’de önemli bir toplumsal sorun olmaya devam etmektedir. Kadınlar, sadece fiziksel şiddetle değil, aynı zamanda psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet gibi farklı türlerle de karşılaşmaktadır. Şiddetin kadınlar üzerindeki yıkıcı etkileri, bireysel yaşamlarını olumsuz yönde şekillendirmenin yanı sıra, toplumsal yapıyı da tehdit eden bir faktördür. Cinsiyet eşitsizliği ile mücadelede önemli hukuki düzenlemeler yapılmış olsa da, bu düzenlemelerin etkinliği ve toplumda sağladığı gerçek değişim hala tartışmalıdır. Bu makale, Türkiye'deki bu sorun mücadeledeki hukuki düzenlemeleri, 6284 sayılı Kanun ve İstanbul Sözleşmesi'ni ele alırken, şiddetle mücadeledeki uygulama sorunlarını ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tartışmaktadır.
Kadına Yönelik Şiddetin Hukuki Çerçevesi ve Uygulamadaki Sorunlar
Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadelede bazı adımlar atmış olsa da, uygulama konusunda ciddi zorluklarla karşılaşmaktadır. 2011 yılında kabul edilen 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu, bu alandaki en önemli hukuki düzenlemelerden biridir. Bu kanun, kadınları korumak için bir dizi önlem getirmektedir. Kadınların şiddete uğramalarını engellemeye yönelik tedbirler arasında, şiddet uygulayan kişilere karşı uzaklaştırma kararları, şiddet mağdurlarına geçici koruma sağlanması ve sığınma evlerine yönlendirilmesi yer almaktadır. Ancak bu önlemlerin çoğu zaman etkili bir şekilde uygulanmadığı görülmektedir. Bu olaya en büyük örnek her geçen gün artan kadın cinayetleridir. Şiddet mağdurlarının hukuki hakları hakkında bilgi sahibi olmamaları, hukuki sürecinin karmaşıklığı, kadınların toplumsal baskılar nedeniyle şikayetçi olmamaları gibi etkenler yasal düzenlemelerin işlevselliğini sınırlamaktadır (Aydın, 2020).
6284 Sayılı Kanun, şiddet mağdurlarını koruma noktasında önemli bir adım olsa da, yasa uygulayıcılarının, özellikle kolluk güçlerinin ve mahkemelerin yetersiz müdahaleleri, bu kanunun etkinliğini azaltmaktadır. Kadınların şiddete uğramalarını engelleyen yasal prosedürler, kimi zaman başvuru sürecindeki zorluklar nedeniyle kadınların bunlara erişmesini zorlaştırmaktadır. Hukuki süreçlerin uzun sürmesi veya mahkemelerin başvuruları hızlı bir şekilde ele almaması, mağdurların daha fazla zarar görmesine neden olmaktadır (Yıldırım, 2018). Bu bağlamda, yasal düzenlemelerin yalnızca şiddet mağdurlarını korumakla kalmayıp, aynı zamanda bu kişilere adaletin hızlı bir şekilde sunulmasını sağlaması gerektiği açıktır.
İstanbul Sözleşmesi ve Uluslararası Hukuk
İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddeti sona erdirme yolunda önemli bir adımdır. Kadınların toplumsal eşitlik ve insan hakları temelinde korunmasını sağlayan bu sözleşme, sadece bir hukuk metni olmanın ötesinde, toplumsal bir değişim sürecini de başlatmayı hedeflemektedir. Sözleşme, devletlere ve toplumlara, kadınların şiddetten korunması için somut adımlar atma ve kadınları güvence altına alma sorumluluğu yükler.Kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası düzeyde de önemli adımlar atılmaktadır. 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik en kapsamlı ve bağlayıcı uluslararası sözleşmelerden biridir. İstanbul Sözleşmesi, şiddet mağdurlarının korunması, şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması için devletlere büyük sorumluluklar yüklemektedir. Madde 6 da belirtilen bu bölüm, taraf devletlere genel yükümlülükler getirir ve devletlerin şiddetle mücadele için gerekli önlemleri almakla sorumlu olduğunu belirtir. Türkiye, 2014 yılında bu sözleşmeyi onaylamış ve kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir uluslararası taahhütte bulunmuştur Ancak, 2021 yılında Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, şiddetle mücadelede büyük bir geriye adım olarak değerlendirilmiştir. Kadın hakları savunucuları, bu adımın, şiddetle mücadelede uluslararası düzeyde bir boşluk yaratacağını ve kadınların haklarının ihlal edileceğini savunmuşlardır.
İstanbul Sözleşmesi, sadece şiddet mağdurlarına korunma sağlamayı amaçlamakla kalmaz, aynı zamanda şiddetin önlenmesine yönelik önleyici tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar. Bu sözleşme, devletleri yalnızca şiddet olaylarıyla ilgili müdahaleler yapmakla değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı da proaktif bir yaklaşım benimsemeye teşvik eder. Türkiye'nin sözleşmeden çekilmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede ciddi bir engel oluşturmuştur (Yılmaz, 2021).
Kadına Yönelik Şiddetin Toplumsal Yansımaları ve Eşitsizliğin Derinleşmesi
Kadına yönelik şiddet, yalnızca bireysel bir sorun olmayıp, aynı zamanda toplumsal yapının bir yansımasıdır. Kadınlar, erkek egemen toplumlarda ikincil bir konumda tutulmakta ve bu durum şiddetin meşrulaştırılmasına yol açmaktadır. Toplumdaki bu eşitsizlik, kadınların şiddete uğramalarını zorlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda onları şiddet karşısında sessiz kalmaya zorlar. Aile içindeki şiddet, toplumsal cinsiyet normları ve toplumsal baskılar nedeniyle genellikle gizli kalır ve mağdurlar bu durumu dışarıya aktarmaktan korkarlar. Kadınların, şiddet gördüklerinde başvurabileceği güvenli alanlar, yasal haklar ve destek sistemleri yeterince görünür değildir. Bu sebeple, yasal düzenlemelerin ve toplumsal farkındalık çalışmaları arasındaki ilişki oldukça önemlidir (Öztürk, 2019).
Eğitim ve Toplumsal Farkındalık
Kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumsal farkındalık yaratmak, şiddetin önlenmesi açısından kritik bir adımdır. Okullarda, iş yerlerinde ve toplumun diğer alanlarında yapılacak eğitimler, şiddetle mücadelede önemli bir yer tutmaktadır. Bu eğitimler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, kadına yönelik şiddeti ve şiddet mağdurlarının haklarını ele almalıdır. Toplumda, şiddetin hiçbir koşulda kabul edilemez olduğu, kadının eşit haklara sahip olduğu ve şiddetin faillerinin cezalandırılacağına dair güçlü bir bilinç oluşturulması gerekmektedir
Kadınların, şiddet gördüklerinde yalnızca hukuki yardım alabilmeleri değil, aynı zamanda psikolojik, sosyal ve ekonomik desteğe de ulaşabilmeleri önemlidir. Sadece yasal düzenlemelerle şiddetle mücadele etmek yeterli değildir; kadınların toplumsal yaşamda karşılaştıkları eşitsizliği aşmaları için daha geniş çaplı bir destek sistemine ihtiyaçları vardır.
Sonuç
Bu sorun, yalnızca hukuki düzenlemelerle çözülebilecek bir sorun değildir. 6284 sayılı Kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi hukuki araçlar, kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir yer tutsa bile, bu araçların etkinliğinin artırılması için toplumsal düzeyde köklü değişiklikler gereklidir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadelenin güçlendirilmesi, kadınların şiddete karşı daha güçlü bir şekilde durabilmesi için gereklidir. Kadına yönelik şiddetle mücadele, sadece kadınların değil, tüm toplumun sorumluluğudur ve toplumsal bilinç düzeyinin artırılması bu mücadelenin en güçlü silahlarından biridir.
Referanslar
1. Aydın, S. (2020). Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Hukuki Düzenlemeler ve Uygulama Zorlukları. Hukuk ve Adalet Dergisi, 12(3), 45-56.
2. Yıldırım, F. (2018). İstanbul Sözleşmesi ve Türkiye’nin Kadına Yönelik Şiddetle Mücadeledeki Yeri. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 34(2), 112-123.
3. Öztürk, S. (2019). 6284 Sayılı Kanun ve Kadına Yönelik Şiddet: Türkiye’deki Durum ve Çözüm Önerileri. Kadın Çalışmaları Dergisi, 15(1), 67-79.
4. Yılmaz, A. (2021). Kadına Yönelik Şiddetin Hukuki ve Toplumsal Yansımaları. Toplumsal Cinsiyet ve Hukuk, 22(4), 38-51.
Comments